15 Şubat 2017

üç nokta bir ünlem




Bitti
Nasıl bitmesi gerekiyorsa öyle bitti demiş ya ozan;
Öyle gerektiği gibi bitmedi işte.
Toplayamadım kalanları mı.
Saçılmıştı her bir köşeye, el sürülmemişti hiç.
Gerek duyulmamıştı;

Şimdi yola düşmek gerek.
Çantaya konulacak en önemli üç şey unutulup.

ve...

Bir yaz gecesi,
Odanın perdelerini usulca havalandırarak girdi içeri rüzgar... !

göğe bakalım

6 Kasım 2015

Gomidas Vartabed
(26 Eylül 1869, Kütahya - 22 Ekim 1935, Paris)

Böyle bir adam yaşamış bu topraklarda.
Komitas Vardapet, Gomitas veya gerçek adıyla Soğomon Kevork.
Besteci, müzikolog ve koro şefi. Soğomon Soğomonyan müzikle içli dışlı ve sadece  Türkçe konuşan Kütahyalı bir aile içinde doğmuş, bir yaşındayken annesi, 10 yaşındayken  babası ölmüştür. 1881 yılına kadar babannesinin yanında büyümüş, önce kevorkyan akademisi’nde eğitim görmüş ardından tiflis’te din ve müzik eğitimini tamamlamıştır.
Eçmiadzin'deki Ermeni kilisesi ruhban okuluna giderek 1895'te buradan mezuniyetiyle papaz olmuştur. 7. yüzyılda yaşamış bir Ermeni halk ozanı olan Katolikos Gomidas'ın ismine atfen Komitas adını almıştır. 'Papaz' anlamına gelen 'Vardapet' unvanı ile birlikte anılmaya başlanır.
Eçmiadzin Manastırı korosunda bulunduktan sonra 1896'da Berlin'e giderek Kaiser Friedrich Wilhelm Üniversitesi'ne kaydolmuş ve müzikoloji öğrenimi görmüştür.  Burada Wagner'in kurduğu, Richard Schmidt’in özel konservatuvarında eğitim görür. 1899'da müzikoloji doktoru payesini almış ve Eçmiadzin'e dönmüştür.
Avrupa yılları boyunca Avrupa’nın önde gelen müzik adamlarından biri olan Komitas  Anadolu ve Ermeni müziğini konu alan konferanslar da verir. Anadolu'yu köy köy gezer,  çok sayıda türkü derler. Ardından 1911 yılında İzmir kilisesi'nde kuzan korosu'nu kurar. 1912'de en büyük eserini veren komitas, ermeni kiliseleri'nde çalınan divine liturgy'yi  (pazar ayini) polifonik tarza uyarlayarak komitas makamını yaratır.
Kırsal kesimde yaptığı gezilerle 4000 den fazla Ermeni halk şarkısını derleyerek notaya  geçirmiş ve eşsiz bir koleksiyon oluşturmuştur. Ermeni folklorünün yanında, ermeni müziğiyle aynı aileden olduğunu düşündüğü türk, kürt ve farsça müziğinden de derlemeler yapar.
En önemli özgün eseri İlahi Litürji Badarak'tır. 1892'de bestelemeye başladığı bu eseri bitirememiştir. Uluslararası Müzik Cemiyeti'ne Avrupa dışından kabul edilen ilk müzik adamı olmuştur. Avrupa'da, Türkiye'nin çeşitli yerlerinde ve Mısır'da müzik icra etmiş, konuşmalar yapmıştır.
1910 sonrasında İstanbul'da yaşamaya başlar.
1912–1915 yılları arasında Türk Ocakları’nda müzik dersleri verir.
Komitas, 24 Nisan 1915 tarihli Tehcir Kanunu gereğince tutuklanan 235 Ermeni ileri geleni arasındadır. Ertesi gün 180 kadar İstanbullu Ermeni ile birlikte trene bindirilerek Çankırı'ya sürgün edilir. Arkadaşları Mehmet Emin Yurdakul ve Halide Edip Adıvar’ın girişimleri üzerine Talat Paşa'nın özel emriyle, diğer 8 Ermeni sanatçısı ile birlikte, 7 Mayıs ta İstanbul'a dönmesine izin verilir.
Dönüşünden sonra akıl sağlığını yitiren Komitas, önce Şişli'deki La Paix hastanesine, ardından hayatının son 20 yılını geçireceği Paris'teki bir senatoryuma yatırılır.  Depresyona girme nedeni olarak 4000 eserlik yarattığı devasa arşivin yok edilmesi rivayet edilir. Zaten hayatının son 18 yılında hiç piyano çalmaz, beste yapmaz, şarkı söylemez ve konuşmaz.
20 Ekim 1935 tarihinde Paris'te ölür.

7 Ekim 2015

Bir Film Çekmek İstiyorum

Bir Film Çekmek İstiyorum

Aşağıdaki yazı bir birinden kopuk cümlelerden oluşmakta. Dolayısıyla mantıklı bir anlam bütünlüğü aramayın...

***

Hesaplanacak ne çok şey var. Matematiğim de iyidir halbuki ama bu başka bir şey. Anlatmaya çalışırken bile hesap kitap yapmak durumunda kalıyor insan.

***

Saatimi ileri alıyorum.

Uyandığımda, kendimi tıpkı bir yazarın yazdığı gibi İstanbul'un Karadeniz kıyısına bakan ıssız bir tepenin üstünde bulacağım. Kumsala dek yürüyüp kendimi film setinin ortasına atacağım.

Bir film çekmek istiyorum. İçinde hayatımdan hiç bir kare bulunmayan, saçma sapan bir şey. Afişi de yanda ki olacak...

Figüranlar aranıyor, zira esas kadın yada esas oğlan diye bir şey yok.
Zaten olacaksa da, senaryonun “Vesikalı Yarim” gibi bir şey olması lazım.
Yoksa çok gereksiz...

***

1-1

“Değer yargıları ile boğuşmaktan ne çok değersiz şey yaptım bu güne değin” diye düşündü. İşte, yine onlardan biri beynini kurcalıyor iken, bu halde araba kullanmaktan çekinip ilk gördüğü toprak yola saptı ve park etti.

Hava iyice kararmıştı, koltuğu geriye kadar yatırıp uyumaya çalıştı. Uzun bir geceydi ve daha da uzayacaktı anlaşılan. Düşüncelerinden kurtulabilmek için farklı farklı şeyler hayal etti, olmadı... Ne yapıp edip sonucu yine istemediği noktaya bağlıyordu. En sonunda bundan kaçış olmadığını düşünüp çantasına attığı biralara uzattı elini...

Yeni doğan günün ışıkları gözlerine sert bir şekilde vurunca kendine geldi. Sabah çiği düşmüştü cama. Gerindi... Ne kadar uyuduğu hakkında bir fikri yoktu ama çok uzun olmadığına da emindi. Dışarı çıktı. Gün yeni doğuyordu. Yolun iki yanını kaplamış kocaman bir buğday tarlasının ortasında buldu kendini. Sabahın keskin soğuğu iliklerine kadar işleyince bir kaç damla yaş döküldü istemsiz. Gece, bundan daha fazlasını döktüğünü hatırladı birden.... Titredi....


***


2-1

Ay doğsun diye beklerdi bir zamanlar. Güzeldi gece kaçamak yaşamak. Gecenin, onu aldattığını bile bile hoşuna gider, yine beklerdi.

Oyunlar oynardı, o zaman için anlamlı, şimdi ise anlamsız olduğunu düşünüp kendini aldattığı. Bilirdi kifayetsizliğini ama saklardı kendinden bile. Oyun esnasında kimi zaman kendini kaçarken bulurdu soluk soluğa. Kimi zamansa bir apartman boşluğunda. Kaçma nedenlerini unutmaya hazırken, boşluktaki ıslak dudakları hala dün gibi hatırlardı. Gece boş kaldırımlarda yürürken bir gözü hep apartman girişlerine kayar, içi titrer, başını öne eğer yürürdü.

***

1-2

Yol önündeki bir tepeye kadar uzanıyordu, ardını merak etti. Hafif esen sabah yelini içine çeker çekmez gömlek cebini yoklayıp bir sigara yaktı, ağır ağır yürümeye devam etti. Bir süredir en sevdiği şeylerden biriydi uyanır uyanmaz sigara içmek.


Tepenin ucuna yaklaşırken bir minare karşıladı onu ilk önce. Daha sonra orta büyüklükte bir köy karşısına dikiliverdi. Rampayı çıkar çıkmaz güneş çepe çevre sarmıştı her yeri. Ana yola bu kadar yakın bir köy beklemiyordu, istediği uzun bir yolda saatlerce yürümekti sadece.
En azından sigara alırım ve belki taze çay bulurum diye düşündü.


Tozlu köy yolunda geçmişe dair kavgalara girişti yine. Bunlarla hesaplaşmanın bir yolu olmalıydı. Daha ne kadar devam edebilirim böyle, daha nereye kadar diye düşünüp sabahın boşluğuna ağzını doldururcasına bir küfür savurdu. Bir kaç saniye sonra gökyüzünden geri tepen küfrünün yankılarını duyunca “işte gerçek sahibin” deyip gülümsedi.


Köyün girişinde ki mezarlık karşıladı onu ilk önce. Henüz kimse ayaklanmamıştı bir kaç uykusuz köpek dışında. Camiye doğru yürümeye karar verdi. Varsa eğer çayda, sigarada oradadır diye düşündü. Bu düşüncesinde yanılmamıştı da, caminin çevresinde oturan üç-beş ihtiyar gördü ilk önce, tam karşısında da bir köy kahvesi.


Ahşap zemine basınca çıkan sese kendi bile şaşırmıştı ama kahveci oralı olmadı. Arkası dönük ocağın başında bir şeyler yapıyordu.

-Günaydın dedi.

Gelen farklı sesle irkilen kahveci arkasını dönüp;

–Aleyküm selam diyerek yanıtladı.

Orta yerde, sabah ayazını kırmak için, tenekeden bir odun çatırdıyordu.


***
2-2

Gecenin karanlığında, sokak lambalarından kaçarak yürüyordu.
Karanlık bir duvarın dibine çömelip sağ yanağındaki uzamış sakalları çekiştirmeye başladı. Diline dolanan türküyü söylerken “ne yaptığının farkında değilsin” diye geçirdi içinden. Sol gömlek cebinden sigarasını çıkarıp yaktı.

-İçimdeki yara daha ne kadar büyür.
-Daha kaç kez bir duvarın dibinde bulurum kendimi, kendimle konuşurken.

Bir sigara daha yakıp “Sende iş yok be kardeşim” diyerek noktaladı diline ve zihnine dolananları.

Ağır ağır yürümeye başladı. Biraz önceki kaçıştan eser kalmamıştı. Yine aynı saatte aynı apartmanın önüne geldi, girdi içeri karanlıktan. Kendini bekleyenin beline sarılıp içine çekti uzun uzun.